İlkokul birinci sınıftaydım. Ertesi gün okul pikniğine gidecektik. Öğretmen annelerin de katılacağını söylemişti. İçim buruktu, sanırım annem çok çalıştığı için gelemeyecekti. Akşam anneme söyledim, tam da tahmin ettiğim gibi işe gitmesi gerektiğini ama beni öğretmene emanet edeceğini zaten öğretmenin beni çok sevdiğini ve benimle çok iyi ilgileneceğini söyledi. Evet öğretmen beni çok seviyordu çünkü çok uyumlu ve çalışkan bir öğrenciydim. Hiçbir zaman sorun çıkartmazdım. Hatta bu durumda da anneme sorun çıkarmayacaktım çünkü onun bizim için ne kadar zor şartlar altında çalıştığını ve maddi olarak ne kadar zorluk çektiğimizi biliyordum. İçim anneme ne kadar “Anne ne olur gel ben seninle gitmek istiyorum ama herkesin annesi gelecek!!!” diye haykırmak istese de kendimi tuttum ve tamam dedim.
Ertesi gün geziye gittik. Tahmin ettiğim gibi bir tek benim annem yoktu. Böyle durumlarda üzüntümü saklamayı çok iyi öğrenmiştim. “Hiçbir şey yokmuş gibi” arkadaşlarımla sohbet etmeye başladım. Bu durum aynı evde annem ve babam arasında olan kavgalarda kapıyı kapatıp “Hiçbir şey yokmuş gibi” davranmama benziyordu. Böyle durumlarda kitap okurdum ya da oyun oynardım. Artık kimseyi duymazdım bile… Üzüntümü, korkumu, hayal kırıklığımı kısacası duygularımı bir duvarın arkasına saklamayı çoktan öğrenmiştim.
O gün öğretmenim benimle gerçekten çok ilgilendi. Bana kendi elleriyle yemek yedirdiğini bile hatırlıyorum. Diğerlerinin annelerine baktığımda içimde yaşadığım hayal kırıklığı ve boşluk duygusunu hissetmemeye çalışıyordum. Arkadaşlarımla eğleniyor, koşup, oynuyordum. Sonra servislere bindik. Dönüş yolunda uyumuşum. Kalktığımda birilerinin servisten indiğini gördüm ve ben de indim. Bir anda yapayalnız olduğumu fark ettim. Diğerleri gitmişti ve ben okulun önünde değildim. Önümde kocaman bir cadde ve hızla geçen arabalar vardı. Tek başımaydım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Birden böyle durumlarda polise gitmem gerektiğini hatırladım ama etrafta polis de yoktu. O anki uyku mahmurluğu ile kendimi caddenin ortasına attım, nereye gittiğimi bilmiyordum ama karşı caddeye geçip kendim için yardım edecek birilerini bulmayı ümit ediyordum. Arabaların korna sesleri hala dün gibi aklımda. Arabalar ani fren yapıyor ve sürekli kornaya basıyorlardı, ben ne olduğunu fark edene kadar karşı caddeye geçmiştim. Buralarda nasıl polis bulabilirim derken birden bir el beni kendine çevirdi. Suratımda patlayan tokatı ve bununla birlikte hissettiğim acıyı bugün bile hatırlıyorum. Karşımdaki öğretmenimdi… Bir kısım öğrencileri ve annelerini okula gelmeden yolda indirmişler ve ben de okula geldik zannederek aşağı inmiştim. Öğretmenim benim caddeden geçişimi görmüş ve bana bir şey olacak diye çok korkmuştu. Aslında onun korkusunu da anladığım halde gene de o tokatın sadece bedenimde değil kalbimde de yara açmasını engelleyememiştim. Okula vardık, okul çıkış saatine kadar durmaksızın ağladım. Sonra ablam beni okuldan alarak eve götürdü. “Hiçbir şey olmamış gibi” ödevlerimi yaptım, oyuncaklarımla oynadım. Annem eve geldiğinde ve geziyi sorduğunda ise gezinin gayet güzel geçtiğini anlattım. Annem tüm bu yaşadıklarımı okul sonundaki karne gününde öğretmenimden şaşırarak öğrendi. Bana bunu neden anlatmadığımı sorduğunda ise cevabım sadece önemsiz bir şeymiş gibi “Unuttum” demek oldu.
Annem dünyada gördüğüm en güçlü, en zeki, en mücadeleci, en şefkatli ve sevgi dolu kadındı. 3 kardeşim ile beni en iyi şekilde yetiştirmeye ve hepimize yetmeye çalıştı, bunu o yaşlarda bile görebiliyordum. Bizim için çok çalışıyordu bu sebeple sonraki senelerde de birçok farklı alanda yaptığım etkinliklere, 6 sene voleybol oynadığım halde katıldığım hiçbir maça gelemedi. Hiçbirinde ona gerçek duygumu söylemedim. Onu üzmek ve hayatını farklı bir şekilde zorlaştırmak istemiyordum. İçimde naif ve kırılgan tarafı saklayarak duygularımı görmezden geldim. Ara sıra hissettiğim ama kendimin de çok tarifini yapamadığım boşluk hissi ise tüm yaşamım boyunca bana eşlik etti. Çevrem beni hep kendine yeten biri olarak gördü ve herkes her zaman benimle gurur duydu.
Hepimizin içinde, kendi çocukluğumuz var ve sıklıkla o bahçelerde geziniyoruz. O bahçelerde gezintiye çıkmak kendimizi fark etmek, kabul etmek, kendimize ve ebeveynlerimize farkındalıklı bakış açısıyla şefkat göstermek hiç kolay değil ama imkânsız da değil. İçimizde ne olduğunu bilmediğimiz bir boşluk duygusu ile yaşamak kaderimiz değil. “Çocukta İhmalin İzi-Boşluk Hissi” ve “Çocuklukta İhmalin İzi-Çözümler” kitaplarını okuduğumda benmerkezci bir babanın ve hayata karşı sürekli mücadele eden fedakâr bir annenin kendi hayatımdaki yansımalarını gördüm. Şimdi hayatta olmasalar bile onların da kendi ebeveynleriyle yaşadıklarını düşününce onları daha iyi anladım ve şefkat duydum. Aslında yaşadıklarımız kimsenin suçu değildi. Bu kitapları okumak hem onların çocukları olarak hem de çocuklarımın annesi olarak kendimi farklı yönlerde gözlemlememe sebep oldu.
Bu yazıyı yazmamın amacı yalnız olmadığımı bilmem. Sizler de “İyi Niyetli Ama Kendini İhmal Eden Ebeveyn”, “Mücadele Eden Ebeveyn” veya “Benmerkezci Ebeveyn” sahibi olabilirsiniz. Hatta anne babalarınız benimkiler gibi hayatta bile olmayabilir. Ama inanın ki her 2 kitaptan öğrendikleriniz ile birlikte tüm ilişkilerinizde çok iyileştirici adımlar atabilirsiniz. “Çocuklukta İhmalin İzi-Boşluk Hissi” kitabı duygusal ihmal kavramını bize öğretirken “Çocuklukta İhmalin İzi-Çözümler” kitabı ise konuyu kendimizi fark etmemizin ve kendimizi iyileştirmenin çok ötesine taşıyarak eşimizle, ebeveynlerimizle ve çocuklarımızla olan ilişkilerimizi fark etmemizi ve yaşadığımız sorunlara çözümler bulmamızı sağlıyor.
Herkes hayatta kendi hikayesini deneyimliyor. Bu deneyimi her gün daha fazla öğrenerek, kendimizi her adımda geliştirerek, bilgiyi farkındalığa dönüştürerek ve bir gün öncesinden daha farklı bir bakış açısını hayatımıza yansıtarak çok daha keyifli hale getirebiliriz.
Hayat yolunda öğrendiklerimizin hiç son bulmaması dileğiyle…
Banu Evren