Birkaç gündür elimde “Kazanmak İçin Doğarız” kitabıyla geziyorum. Her gittiğim yere götürüyorum ve bulduğum her fırsatta birkaç satır dahi olsa okuyorum. Hatta gece yatağımın başucunda bekliyor beni ve büyük ihtimal içimde uyandırdıkları ile rüyalarımda da başrol oynuyor.
“Kazanmak İçin Doğarız” Gestalt deneyleriyle kişiler arası ilişkileri analiz eden bir kitap. Transaksiyonel analiz gibi hayran olduğum bir çalışmayı Gestalt ile deneyimleyerek kendine doğru derin bir yolculuk başlatan muazzam bir eser.
Ünlü bir söz vardır ya;
“Bir kitap okudum hayatım değişti.”
İşte kitap bende bu sözü doğrular nitelikte derin ama çok derin etkiler yarattı. Öyle ki sanırım zihnimin en diplerine doğru gömülmüş ve bir daha yüzeye çıkamaması, bir daha hatırlamamam için kilit altına aldığım çocukluk hatta bebeklik anılarımı oldukları dehlizlerden gün yüzüne doğru harekete geçirdi.
Biliyor musunuz?
Bu aslında benim en korktuğum şeylerden biridir. Yetişkin hayatım boyunca pek çok kişisel gelişim veya psikolojik yaklaşımlarla dolu araştırmalar, eğitimler içinde bulundum. Nedenini bir türlü kavrayamadığım içsel çatışmalarım, huzursuzluklarım, çok isteyip bir türlü yapamadıklarım, iyi isteyip kötüyü buluşlarım, tam başaracakken kaybetmelerim, kazanmışken acı çekmelerim, başarmışken depresyona girmelerim gibi içsel tufanlarıma çare aramakla geçti ömrüm…
Yine ünlü bir yaklaşımla “Çocukluğunuza dönmek lazım.” derler ya, ben onca eğitime ve çalışmaya rağmen dönmedim, dönmek istemedim. Korktum döndüğümde orada bulacaklarımdan, korktum döndüğümde bulacaklarımla baş edemeyeceğimden…
İşte bu kitap beni o korktuğum diyara yani çocukluğuma götürdü. Hem de öyle güvenilir bir el ile götürdü ki gitmemezlik edemedim…
İçinde ki pek çok bilgiyi Sola Unitas Akademi’de aldığım koçluk eğitimleri sırasında hocamız Umut Kısa’dan öğrenmiştik. Bu yüzden çıktığını duyar duymaz aldım. Eğitimler sırasında öğrendiklerim ışığında kitabın tünelin sonunda ki ışık niteliği taşıdığını tahmin edebiliyordum…
Yüzlerce kitap okumuşumdur içinde testler olan. Ama size itiraf edeyim şimdiye kadar hiç birini uygulamadım. Öncelikle o kadar sabırlı bir insan değilim, sonra da okuduğumu gayet iyi anladığımı varsaydığım için test uygulamaya ihtiyaç duymayacak kadar akıllı olduğumu düşünecek kadar da ukalaydım sanırım. Bu kitaba kadar…
Geştalt deneylerini okuduğunuzda beni anlayacaksınız. Deneyler öylesine ustaca kelimelerle dizayn edilmiş ki siz daha okuduğunuz anda zihninizin ilgili bölümü uyanıp gerekli çalışmayı yapmaya başlıyor. Ben kendime inanamadım. Çocukluğum ile ilgili zihnimde canlanan ve sanki bir sahne olarak bilincimde oynamaya başlayan filmleri hayretler içinde izledim.
Elbette hiç kolay olmadı. Anılar ile birlikte pek çok birikmiş duygu da açığa çıktı. Bu yaşıma kadar açığa çıkmasından korktuğum ve zihnimde kilit altında tuttuğum duygularım. Ama daha önce anlamlandıramadan hissettiğim duygular şimdi bir bir anlamlara dönüşerek zihnimde doğru yerlere oturarak ilerliyordu. Bu o kadar mucizevi bir etki ki anlatamam…
Bir örnek vermek istiyorum;
Kitabın beşinci bölümü olan “Ebeveynlik ve Ebeveyn Benliği” bölümünün “İç konuşmalarınızın farkına varmak için şu deneyleri yapın” başlığının altında ki bir paragraf hayatım boyunca neden olduğunu anlamadığım bir davranışımın nedenini anlamamı sağladı. Hani o “Aha anı” denilen şeyi yaşadım. Paragrafta diyor ki;
“Resmi bir ziyafetteyken umulmadık bir biçimde adınızın duyulduğunu düşünün. Kalkıp ön masaya gelmeniz isteniyor. Siz orada beklerken konuşmacı ansızın, yaptığınız “yararlı ve başarılı” işleri övmeye başlıyor. Kafanızın içindeki anne baba figürleri size neler söylüyor? Çocuk benliğiniz bunları nasıl yansıtıyor?”
Birkaç yıl önce Sola Unitas’ın yılbaşı yemeğindeyiz. O aylarda yazdığım bir makale Sola Unitas sayfalarında yüzbinlerce okundu. Sevgili Umut Kısa ve ekibi de yemekte bana ve diğer değerli arkadaşlarıma çeşitli anlamlar içeren ödüller verdiler. Tamamen sürprizdi, hiç birimizin haberi yoktu. Tıpkı yazıdaki gibi aniden adımı duydum ve övgü dolu sözlerle sahneye çağrıldım. Ne olduğunu anlamam birkaç saniye sürdü ve anladıktan sonra da o zamanlar şaşkınlık olarak nitelediğim, şimdi ise suçluluk olduğunu yaptığım deneylerle net bildiğim bir duyguyla sahneye çıktım. Salon alkışla inliyor, arkadaşlarım tezahüratlar yapıyordu. Ama ben suçluluk dolu bir yüz ifadesi ile elime verilen mikrofondan bunu başardığım ve ödül aldığım için ne kadar acı çektiğimi açıklamaya çalıştım. Sözlerim hala aklımda ve şimdi anlamını çok daha iyi idrak ediyorum.
Sonrasında arkadaşlarım bana o gece ödül aldığım için neden mutlu olmadığımı sordular ve ben soruyu anlayamadım bile. “Çok mutlu oldum, neden olmayayım ki?” gibi içi boş cevaplar vermiştim.
Bunu hayatım boyunca çok kez yaşadım. Ne zaman bir şey başarsam, kazansam, mutlu olsam ardından hemen suçluluk duygusuna kapılırdım. Daha doğrusu kapılırmışım. Şimdi böyle anlıyorum o zamanlar huzursuzluk falan gibi isimlendirirdim sanırım. Huzursuzluk duygum yıllar içinde ağır basmaya başlayınca artık başarmaktan da vazgeçmeye başladım. Tam işler yolunda iken ben de harika hissederken, en başarılı olduğum işleri ya bıraktım ya istifa ettim ya da geri çekildim. Elbette kendimi şöyle ikna ediyordum;
“Senin başarılı olmaya ihtiyacın yok ki…Böyle de gayet iyisin…Başarmak için hırslı olman gerek, hırslı insanlar kötüdür.” vs.
Tam kaçıncı sınıfta olduğumu hatırlayamıyorum. Okulun son günü ve öğle saati. Bahçede tören var. Okul müdürü yüksekçe bir yerde duruyor ve takdir alan öğrencileri bir bir yanına çağırıp küçük ödüller veriyor. Ben de çıktım onun yanına. Takdir belgemi ve ödülümü aldım gururla. Öğrencilerin arkasında ailelerde var ama benim ailemden kimse yok.
Nasıl mutluyum anlatamam. Eve koşarak değil uçarak gittim sanırım. Kapıyı çaldım açan yok. Anahtarımla açtım içeriye girdim. Çıt yok evde. Odaları gezmeye başladım. Annemi arıyorum. Salonda buldum. Oda zifiri karanlık. Öğle vakti ama perdeler kapalı. Yorganı başına kadar çekmiş yatıyor annem. Arkası dönük bana.
“Anne, anne…” diyorum cevap vermiyor. “Anne bak takdir aldım. Çok mutluyum anne…”
Kafasını hafifçe çevirdi ve baktı bana. Sadece baktı…
“Anne iyi misin anne? Özür dilerim anne, özür dilerim.”
Birkaç saat sonra küçük kız kardeşim bir sürü zayıf dolu karnesi ile geldi. Benim takdir belgem zavallı kardeşimin aleyhine kullanılan bir sopaya dönüştü. Kimse ben başardım diye sevinmedi ama onun zayıfları benim takdirimle ezildikçe ezildi.
Başarım sadece bu işe yaramıştı. Kardeşimin çektiği acılara…
Sema Deniz